dc.description.abstract |
Bir bölgenin, ülkenin ya da şehrin ihracat potansiyelini analiz etmeden önce, niçin ticarete gerek duyulduğu sorusuna cevap aramak, bu alandaki çalışmaların temelini oluşturmaktadır. Bu soruya yanıt bulabilmek amacıyla, uluslararası ticaretin dünyadaki gelişimine bakıldığında, bu tarihsel gelişimin günümüze kadar dört dönemden oluştuğu görülmektedir. 1500 ve 1850 yılları arasındaki dönemi kapsayan "ticaret dönemi" uzak denizlere açılmayı sağlayan dayanıklı gemilerin yapılmasıyla birlikte, yeni kıtaların keşfedilmesiyle başlamış, 1850'lerde gerçekleşen sanayi devrimiyle son bulmuştur. 1850 ve 1914 yılları arasında gerçekleşen "sömürgecilik dönemi" ise; 1850 yılından I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devam etmiştir. Sanayi devriminin bir sonucu olarak, bu dönemde büyük işletmeler kurulmuş, bu gelişmenin sonucunda, işletmelerin sanayi üretiminde kullanılan ucuz ürünlere olan talebi artmıştır. 1914 ve 1945 yılları arasında gerçekleşen "imtiyazlar" döneminde ise, çokuluslu şirketler, ticaretin önündeki engellerin belirli oranda kaldırılması sonucunda artış göstermişlerdir. Ayrıca bu dönemde, otomobil, makine ve yedek parça gibi gelişmiş sanayi ürünleri üreten işletmeler ön plana çıkmıştır. Bu dönemde şirketlerin verimliliklerini, ürün miktarlarını hızla arttırmaları ve üretilen ürünün talepten fazla olması sebebiyle, şirketler kendi ülkeleri dışındaki ülkelere ticari ve yatırım boyutunda yoğunlaşma gereği duymuşlardır.1945 yılında başlayan ve "uluslararası dönem" olarak adlandırılan dönem ise, günümüze kadar süregelmiştir. Bu dönemde, 2. Dünya Savaşından sonra yaşanan iki kutuplu dünya düzeni çokuluslu şirketlerin yayılmasını ve ticari ilişkileri yavaşlatsa da 1970'li yıllara kadar süren dönemde, dünyada yeni pazarların ve üretim araçlarının aranması nedeniyle ticarette globalleşme ilerlemiştir. Bu dönemde Amerikan şirketlerinin ticaretteki payı azalırken, gelişmekte olan ülkeler bu boşluğu doldurmaya başlamıştır. 1980'li yıllara gelindiğinde ise, teknolojinin hızla ilerlemesiyle rekabet kavramlar arasındaki yerini almıştır. 1990'larda, uluslararası ticaretin dünyadaki ağırlığı da artmıştır. Uluslararası ticaret yalnızca gelişmeyi ve kalkınmayı sağlayan ekonomik bir faktör olmaktan ötesine geçerek, küreselleşmenin en yoğun yaşanmaya başladığı dönemde gelişimini ve kalkınmasını ticarete dayandırmış ülkeler arasında yaptırım gücü sebebiyle savaş silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde başlayan yeni pazarlara yönelme eğilimi, gelişmiş ve gelişmekte olan diğer ülkeleri, artan rekabet ortamında, pazarda tutunmak amacıyla, aynı arayışa yöneltmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan bir diğer önemli gelişme ise Avrupa Birliği, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması gibi bölgesel iş birliklerinin kurularak, rekabet gücünün arttırılmasına yönelik işbirliğine gidilmesidir. Ülkelerin pazar eğilimlerinde yerelden bölgesele ve globale doğru uzanan bir sapma söz konusudur. Bu dönemde işletmelerin pazarın tümüne sahip olma isteği, ticarette rekabet edebilirlik kavramını öne çıkarmıştır. 2010 yılında, 2008'de yaşanan küresel boyuttaki finansal kriz sonucunda, dünya genelinde ticaret hacminde azalış yaşanmıştır. Bu dönemde ticarette yaşanan değişimin, kısa ve uzun dönemli sebebi arasında, kriz sonrasında, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş ülkelerin, ticaret talebindeki düşüş gösterilmektedir. Bunun yanında her küresel krizde olduğu gibi, bu krizde de ülkelerin direkt korumacı engeller dışında, dolaylı korumacı yaklaşımlara yönelmesi ve artan korumacılık eğilimi ticaretteki daralmanın bir diğer dönemsel sebebi olmuştur. Dönemsel sebepler dışında, söz konusu dönemde ticaretteki büyümede yaşanan yavaşlamanın en önemli yapısal sebebi ise, küresel değer zincirindeki değişim olarak kabul görmektedir. OECD verilerine göre küresel değer zincirinin dünya genelindeki ihracata olan talebin üçte birini oluşturduğu verisinden hareketle, üretim sisteminde yer alan halkalardan birinin dahi kaybolmasının ihracata olan talepte küresel boyutta hissedilir bir azalmaya neden olacağı açıktır. Bu bağlamda, küresel değer zincirinde önemli yere sahip ülkeler arasında bulunan ve dünya ticaret sisteminde bu vasıtayla oluşan talebin lokomotif ülkeleri arasında yer alan, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin, düşük katma değere sahip ürünleri ithal ederek, üretim sürecinde kullanıp, tekrar ihraç etmek yerine, bu ürünleri kendileri üretme eğilimi göstermesi, 2010 yılından itibaren dünya ticaret hacminde yaşanan daralmanın yapısal sebebi olarak görülmektedir. Uluslararası ticaretin Türkiye'deki gelişimine bakıldığında ise, 24 Ocak 1980'de alınan kararlarla, ülkede liberalleşmenin ve dışa açılımın gerçekleşmesinin, uluslararası ticaretin gelişiminde ana etmen olarak görülmektedir.2000'li yıllara gelindiğinde ise, 2008 küresel finansal krizinin Türkiye'nin ihracatına olan etkisinin derin olmamasının en önemli sebebi, bu dönemde Türkiye'nin ihracat kompozisyonundaki çeşitliliğinin artmasıdır. Kriz döneminde Türkiye'nin en önemli ticaret partneri olan Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan talep daralması, Türkiye'yi farklı bölgelerde pazar arayışına itmiştir. Bunun sonucu olarak, Türkiye'nin ihracat pazarı kompozisyonu, Orta Doğu ve Kuzey Avrupa ülkelerine yönelimin arttığı bir çeşitlenme göstermektedir. Bununla birlikte, Türkiye'nin ticaret sofistikasyonu teknolojik yönden değerlendirdiğinde, 2014'te Türkiye'nin ihracatta orta düşük teknolojili ürünlere yoğunlaşırken, ithalatta orta yüksek teknolojili ürünlere yoğunlaştığı görülmektedir. Ülkeler artan küresel rekabet ortamında varlıklarını sürdürebilmek amacıyla, 1950 ve 1960'lı yıllar boyunca coğrafi kümelenme ya da tercihli ticaret antlaşmalarıyla bölgeler oluşturarak rekabet avantajı sağlama yönelimi göstermişlerdir. Tercihli ticaret anlaşmalarıyla, sadece, yüzeysel olarak, bölge ülkeleri arasında ticaretin önündeki engellerin azaltılması ya da kaldırılmasını kapsayan ve derin bir bütünleşmeyi kapsamayan bu dönem literatürde eski bölgeselcilik olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde ortaya çıkan en önemli ekonomik işbirliği oluşumu, günümüzde Avrupa Birliği olarak adlandırılan, kurulduğu dönemde ise, Avrupa Ekonomik İşbirliği olarak anılan birliktir. Dünya genelinde küresel boyuta doğru olan ilerleme her kademede yeni kutuplaşma eğilimleri oluşturmaktadır. Bu kutuplaşmaların sonunda, küreselleşmenin zıddı gibi görülen fakat küreselleşmeyi destekleyen "yeni bölgeselcilik" kavramı ortaya çıkmaktadır. Yeni bölgeselcilik, makro ölçekte oluşturulmuş bölgelerle küresel sisteme eklemlenme yerine, daha mikro ölçekli düzeyde gerçekleştirilen oluşumlarla küresel sisteme entegre olma esasına dayanmaktadır. Yeni bölgeselcilik anlayışıyla özellikle şehirler ve kümelenmeler öne çıkmaktadır. Günümüzde İstanbul, New York, Tokyo gibi şehirlerin, mikro ölçekte, ülkelerden daha fazla küresel sisteme entegre oldukları görülmektedir. Şehirler, yarattıkları istihdamla, ihracatla ve sosyal etkilerle, küreselleşmenin yeni oyuncuları arasında yer almaktadırlar. Bu kapsamda; ticaret; şehir ve kümelenme benzeri oluşumların arasında entegrasyonu sağlayan bir rol üstlenmektedir. Bu bağlamda şehirlerin ihracat performanslarının değerlendirilmesi, küresel sistemin yeni aktörleri olarak, şehirlerin entegrasyon kapasitesini ortaya çıkarmaktadır 2014'te Türkiye genelinde 2 milyar 605 milyon dolar ihracatla 9. sırada yer alan ve ilk 10 il arasında ihracatını, 16.3 artışla, en fazla artıran il olarak Sakarya, ihracat performansı verilerinin incelenmesine en elverişli iller arasında yer almaktadır. Bu kapsamda tez çalışmasının temel amacı, yeni bölgeselcilik yaklaşımıyla, ticaretin küresel entegrasyonu artırmaya olan etkisi göz önüne alınarak, Sakarya'nın artan ihracat performansının analiz edilmesidir. İhracat performansının analizinde, ihracat performansının önemli göstergeleri arasında yer alan ihracatın ürün ve pazar kompozisyonu, ulaşım şekilleri, ödeme yöntemleri, ticaret performansı, ticarette uzmanlaşma eğilimleri, açıklanmış mukayeseli üstünlükleri, tamamlayıcı ülke desenleri ve pazar nüfuz etkisi gibi ihracat ve ticaret yönelimlerinin yanı sıra, ihracatta yoğunlaşılan ürün ve pazarlarla birlikte ihracatın teknolojik sofistikasyonunu ortaya koyan endekslerden faydalanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, Sakarya TR42 bölge sınıflandırması içerisinde; Kocaeli, Bolu, Düzce ve Yalova'yla birlikte değerlendirildiğinde, Kocaeli'den sonra ihracat payı en fazla olan şehirdir. Ürün kompozisyonu ise ağırlıklı olarak demiryolu tramvay benzeri taşıtların dışında kalan karayolu taşıtları ile ısıtıcı, makine ve makine ekipmanları ürün gruplarından oluşmaktadır. Sektör kompozisyonu ise, motorlu taşıtlar ve bu taşıtların aksam ve parçalarının üretimiyle birlikte, çikolata, alüminyum ve plastik ürünleri, seramik ve pigment üretiminden meydana gelmektedir. Pazar çeşitliliği 2012 yılından itibaren artış gösterirken, sektör çeşitliliğinin en fazla olduğu yıl 2012'dir. Sakarya'nın ihracat deseniyle benzer ithal desenine sahip olan ülkeler ise, 2014, itibariyle Kuveyt, Suudi Arabistan, Gana, Katar, Bahreyn ve Umman'dır. Söz konusu ülkeler Sakarya için karlılığı yüksek potansiyel pazarlar olmakla birlikte bu ülkelerle olan ihracat ilişkilerinin arttırılması her iki taraf açısından yüksek katma değere sahiptir. Sakarya'nın ticaret yapısındaki değişim incelendiğinde ise, Sakarya'nın ticaretinde yapısal bir değişimin söz konusu olmadığı, 2012 'de gözlemlenen değişimin ise, Sakarya'nın sektör yoğunlaşmasının en fazla olduğu "motorlu taşıtların üretimi" n de Türkiye genelinde yaşanan %10 seviyelerindeki daralmadan kaynaklandığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Yeni Bölgeselcilik, Sakarya, İhracat Performansı |
|