Bu çalışma İbn Sînâ'nın suret anlayışını felsefî sisteminin özgün ayrımları ışığında değerlendirme amacı taşımaktadır. İbn Sînâ, duyulur cevherlerin metafizik yapısını açıklarken, genel olarak Aristoteles'le uyum içerisindedir. Aristotelesçi çerçeveyi duyulur bileşik cevherin birliği için bir temel bulma olarak değerlendirirsek, İbn Sînâ'nın Aristoteles'le mutabık, ancak Eflatucu ve atomculara muhalif olduğu görülür. Çünkü İbn Sînâ duyulur cevheri vâhidun muttasılun bi'z-zât olarak tanımlar. Bununla birlikte, duyulur cevherin birliği hususunda Aristoteles'le ortak olmasına rağmen, bu cevherin sadece oluşunu değil, varlığa gelişini de açıklamayı amaçladığı için, İbn Sînâ Aristoteles'ten farklı bir suret tasavvuruna ulaşır. İbn Sînâcı yeni suret tasavvurunun merkezinde onun varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün ayrımı yer alır. İbn Sînâ sureti ilk planda varlık ve zorunlulukla değil, mahiyet ve imkânla ilişkilendirir. Bu, Aristoteles'ten İbn Sînâ'ya gelinceye değin suret anlayışında gerçekleştirilmiş en önemli dönüşümlerden biridir. Bu sayede İbn Sînâ sureti var olmak için nedene muhtaç, fakat var olduktan sonra kendisi varlık ve zorunluluk kazandıran bir ontolojik öğe olarak yorumlar. Sonuç olarak bu tezde, İbn Sînâ'nın suret tasavvuru ona özgü varlık-mahiyet ve zorunluluk-imkân ayrımları etrafında ele alınmış, filozofun, suretin felsefî içerimlerinde gerçekleştirdiği dönüşümler ele alınarak, bu dönüşümler sayesinde İbn Sînâ'nın nasıl hem cevherî birliği hem de varlığa gelişi açıklama imkânı elde ettiği tartışılmıştır.
This study investigates the conception of form in Avicenna's philosophical system. In explaining the metaphysical structure of sensible substances, Avicenna agrees with Aristotle in terms of general aims. If we consider Aristotelian framework as finding a ground for the unity of individual composite substance and substantial predication, we can see that Avicenna agrees with Aristotle and disagrees with reductionists such as Plato and Atomists in terms of defining sensible substances as vâhidun muttasılun bi'z-zât. Avicenna, like Aristotle, aims to demonstrate the substantial predication without damaging to the unity of substance. However, unlike Aristotle, Avicenna would like to explain not only being of sensible substance but also existence of it. In an effort to give an account for its existence, Avicenna reduces the essential reality of sensible substance neither to the incorporeal elements such as ideas nor to the corporeal elements such as atoms or basic elements. What determines Avicenna's strategy is the pursuit of giving an account for the existence of composite substance without dissolving the unity and continuity of it. In order to explain the existence of sensible substance, Avicenna, goes beyond the Aristotelian approach of identification of matter and form, potentiality and actuality in the activity of being. Avicenna, however, in his going beyond the identification approach, should not fall into the trap of Platonist and Atomist reductionism and save the idea of substantial predication. Finally Avicenna reaches an original position peculiar to him, which guarantees the unity of substance and solves the problem of coming into existence as well.