Avrupa yönetim geleneğinde beş asırlık bir tarihi olan ve genellikle benzer kültürel değerlerin yanı sıra aynı ekonomik ve idari atmosferi paylaşan insanlar temelinde oluşan bölgesel yönetimlerin 16. yüzyılda toplumsal şartların değişmesi ile asli konum ve önemi aşınmaya başlamıştır. Sonraki yüzyıllarda ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ile artık sadece savunma ve dış politika gibi üst faaliyetlerle ilgilenen ve çevredeki günlük hayatın idamesine yönelik faaliyetlerin bölgesel yönetimlere bırakıldığı merkezdeki devlet anlayışından, merkezi yönetimin her türlü hizmeti ülkenin her yerinde sunmaya başladığı merkezi devlet anlayışına geçerken bölgesel yönetimler yönetim mekanizması içindeki asli işlevini kaybetmiştir. Kendine özgü yönetim geleneği ve kültürel farklılıkları olan bölgeler merkezde üretilen değerler için doğal bir muhalefet kaynağı olduğu için, merkezi yönetimin sürekli denetimi altında tutulmuş ve en masum talepleri bile kuşkuyla karşılanmıştır.Bölgesel yönetimlerin aşınan önemi merkezileşme sürecinin doğal ürünüydü. Fransız Devriminden sonra vücut bulan merkezileşme temayülü ülkenin her yerinde standart yönetim yapıları ve eşit bireylerden müteşekkil toplum anlayışı üzerine kurulu idi. Dolayısıyla, bu alanlarda ortaya çıkan zaafiyetler bölgesel yönetimleri alternatif bir kademe olarak gündeme getirmiştir ve merkeziyetçi yapıların eksiklerine yönelik bir eleştiri vasıtası olarak bölgesel yönetimler hiç gündemden düşmemiştir. Ancak bölgesel yönetimlerin kurumsal olarak yönetim mekanizması içinde yer alması için II. Dünya Savaşının sonuna kadar beklemek gerekmiştir, çünkü savaşın yarattığı ortamda merkeziyetçi yönetimin özellikle güvenlik ve ekonomi eksenli zaafları inkar edilemez şekilde aşikar olmuştur.Bölgesel yönetimlere bir kademe olarak ihtiyaç olduğunun genel kabul görmesine rağmen savaşın yarattığı enkazın üstesinden gelinmesi için büyük sermayeli ve merkezi planlara ihtiyaç olduğundan, merkezi yönetimlerin asli konumlarında önemli değişiklikler olmamıştır. Buna ilaveten bir de bütün vatandaşlara eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin ülkenin tamamında standart olarak verilmesi anlayışı üzerine kurulu refah devleti anlayışının bütün Avrupa'da yaygın kabul görmesi bölgesel yönetimleri gölgelemiştir.1970'lere gelindiğinde ise merkeziyetçi yapılar, kültürel farklılıklarını yaşamak isteyen toplulukların taleplerini karşılamakta zorlanmaktaydı. Ayrıca merkezi yönetim öncülüğünde gerçekleştirilen ekonomik kalkınmanın ülkenin belli merkezlerinde toplanması sebebiyle ortaya çıkan ekonomik ve demografik dengesizlikler sürdürebilir olmaktan uzaktı. Yani 1970'lerin şartları bölgesel yönetimlerin yönetim yapısında asli bir konuma gelmesini gereklilik haline getiriyordu. Bu şartlara refah devleti hizmetleri için yapılan harcamaların merkezi yönetim için taşınamaz noktaya varması ve Avrupa bütünleşmesi sürecinde bölgeler arasındaki dengesizliklerin kapatılmasını önemli hedefleri arasına koyan AB politikaları da eklenince, bölgesel yönetimler iki yüzyıl aradan sonra Avrupa yönetim yapılarındaki asli konumunu yeniden elde etmeğe başlamışlardır. Günümümüzde ise bu konumlarını her geçen gün güçlendirerek devam ettirmektedirler.
Regions which are formed on the basis of similar cultural, administrative values and economic interests have a five century long history. Regions had an essential place in the administrative structure until 16 century when social and administrative environment changed drastically. In the following centuries, as a consequence of advances in the trasportation and communication technologies, the understanding of the state in the center evolved into the central state. Unlike the former, the central state dealt with not only the privileged functions such as defence and foreign affairs but also started to provide the daily services of the citizens in the whole country. The newly emerged central state eroded the significance of regional administration whose primary functions diminished in a considerable manner. Regions which had their peculiar administrative tradition and cultural values were under a strict control and even their vital demands always disregarded by the center.The degraded importance of regions was a natural outcome of administrative centralization which accelerated following the French Revolution. Centralization based upon the principles of standard services throughout the country and the homogenous society composed of equal citizens. The problems related to these principles created a fertile sphere for the regional administrations as an alternative level of government. Regional administrations as a means of opposition always were on the agenda yet the breakthrough was II. World War during which the necessity of regions became undeniably apparent. Following the war, regions were included into administrative structure officially.In spite of being a part of administrative structure, the roles of regions could not enhanced as expected because centrally planned huge economic developments projects were inevitable and only central government was able to implement such projects. Furthermore, in Europe, the rise of welfare state policies aiming implementation of the services related the health and education was an hurdle for the germination of regional administration.In the 1970?s unitary administrative structures were in great difficulty adopting themselves in line with social demands mainly about experiencing cultural peculiarities. Moreover, economic projects which were carried out by the central government resulted in the concentration of the industry in a few cities and therefore economic and demographic balances were far from sustainability. So, regional administration appeared as an inevitable product of the new social and economic conditions of 1970?s. The huge financial burden on central government stemming from welfare state services also made central governments eager for devolution to regional administration. Finally the perception of European Union that the development gap among European regions as the main impediment before European integration gave moment to regional administrations. As a result of all these new conditions, regions, after two centuries, became one of the most prominent level of administration in Europe.