Bu çalışma, Kant'ın güzel deneyimi olarak genelleştirilebilecek olanı bir felsefi inceleme alanı haline dönüştürürken estetik terimini seçmesinden hareketle ortaya çıkmıştır. Estetik teriminin etimolojik kökeni duyumsama ya da algı olarak karşılanabilecek Grekçe aisthesis'tir. Kant'ın sistemini duyumsama anlamındaki aisthesis'le başlatıp, güzel deneyimi anlamındaki estetikle bitirmesi ise, bu ikisi arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusunu kaçınılmaz kılmıştır. Üstelik sistemin başlatıcısı ve sonlandırıcısı olmasıyla aisthesis sistemin tamamlanması için zorunlu bir öğe olarak ortaya çıktığından, bu ilişkiyi açığa çıkarmak hem sanatın hem de insanın doğasına dair yapılacak belirlemelerde kilit görevi görmektedir. Kilidin sanat olduğunu keşfeden ise Schelling olmuştur. Kant sisteminin kuramadığı aklın birliğini kurabilmenin yolu Schelling'e göre aisthesis'in kendisidir. Dolayısıyla bu çalışmada, aisthesis ve estetik ilişkisinden hareketle, Schelling'in beni bu ilişki üzerinden nasıl kurduğu gösterilmeye çalışılmış, böylelikle sanatın insanın kendisini insan olarak tanımasını sağlayan tek etkinlik olduğu iddia edilmiştir. Bu amaçla birinci bölümde Kant felsefesinin ortaya koyduğu aisthesis-estetik ilişkisi incelenmiştir. Bu inceleme başta yaşam-ölüm olmak üzere, akıl-doğa, düşünce-madde, özne-nesne, birlik-çokluk gibi birçok felsefi ikiliği de varsaydığından, bağlam bu kavram ikilikleri üzerine oturtulmuştur. Nihayetinde çıkan sonuç ise, Kant'ın estetiği anestezik bir deneyim olarak anladığı, aisthesis'i konu güzel olduğunda anaisthesis'e dönüştürdüğüdür. İkinci bölüm ise estetiği estetik olarak ele alabilmenin imkânının ancak Kantçı sistemin varsaydığı ikilikler ortadan kaldırıldığında açılabileceği iddiasını ortaya atar. Bu sebeple Kant sisteminin aşamadığı, modern felsefenin düşünce-varlık ilişkisi merkeze alınmış, modernizmin tüm ikiliklerine itirazda bulunup monizmin gerekliliğini savunan Schelling'in Descartesçı zihin yapısını eleştirmesi konu edilmiş ve birliğin neden kurulamadığı gösterilmiştir. Burada varılan sonuç ise, deneyimin mümkün olabilmesi için, düşünce ve maddenin türce ayrı olmamaları gerektiğidir. Son bölüm ise Schelling'in Kant ve Fichte eleştirileriyle birlikte, kendi sistemini nasıl kurduğu, düşünce ve maddenin aynı kökene sahip olduğunu nasıl gösterdiğinin ele alındığı bölümdür. O felsefenin sezgiyle başlayıp sezgide son bulacağını düşündüğünden, sanatı felsefenin tamamlayıcısı, olmazsa olmaz organı kılmıştır. Böylelikle benin kendini bilmesi ve tanıması, aisthesis'in kendine dönmesiyle mümkün hale gelmiştir.
This research arises from Kant's choice of the term aesthetics while he was transforming what can be generalized as the experience of beautiful into a philosophical field of study.The etymological origin of the term aesthetics is Greek aisthesis, which can be regarded as sensation or perception. Kant started his system with the aisthesis in the sense of sensation and he finished his system with the aesthetics in the sense of experience of beautiful. As a result, asking the question about the relation between these two senses becomes inevitable. Besides, since aisthesis is both the initiator and closer of the Kantian system, it becomes a necessary element to complete the system. Therefore, revealing the relation between aisthesis and aesthetics is the key factor to understand any investigation regarding to art and human nature. Schelling is the one who discovered the key factor is the art. According to Schelling, the way to establish the unity of reason that the Kantian system cannot establish is the aisthesis itself. Therefore, starting from the relation between aisthesis and aesthetics, this research tries to reveal how Schelling constructs "the I" through this relation and depending on this construction it claims that the art is the only activity with which human beings can recognize themselves as human beings. For this aim, the relationship between the aisthesis and aesthetics in the Kantian philosophy is examined in the first chapter. Since such an examinationassumes many philosophical dualities such as life-death, mind-nature, thought-matter, subject-object, unity-plurality, the context is founded on these conceptual dualities. The result is that Kant understands aesthetics as an anesthetic experience and converts the aisthesis into anaisthesis in his mediation on beautiful. The second chapter raises the claim that the possibility of regarding aesthetic per se only if the dualities that Kantian system assumes are eliminated. For this reason, the relationship of thought and being of modern philosophy which cannot be overcome by Kant is centred on, as a philosopher who defends the necessity of monism and objects to all modernistic dualisms, Schelling's critique of Cartesian way of thinking is discussed and the reason why the unity of reason could not be formed is revealed. The result of this section is that thought and matter must not be different in kind for the possibility of experience. The final chapter is about the way/how Schelling constructs his system and how he reveals that thought and matter has the same origin along with his critiques of Kant and Fichte. Since he thought that philosophy starts with and ends in intuition, he made art complementary and vital organ for philosophy. Therefore, self-knowledge and self-recognition of "the I" becomes possible with the return of aisthesis to itself.