Euthyprhon Dilemması, bu değerin kaynağını nereden aldığını sorarak ahlaki bir değere sahip bir tanrıya inanan teistlerin karşılaştığı kafa karıştırıcı bir duruma dikkat çekmektedir. Platon'un kendi adını taşıyan diyalog, tanrının ahlakın kaynağı olduğu şeklindeki tanrı merkezli iddianın bariz sorunlarını tartışır ve ahlakın rasyonel bir biçimde tamamlayıcı bir tanımına dair bir arayış sergiler görünür. Bununla birlikte diyalog, genellikle ne böyle bir tanıma başarılı bir temel sağlamış ne de tanrı merkezli iddiayı kesin olarak çürütmüş kabul edilmez. Akıl merkezli düşünme ve tanrı merkezli düşünme tutumları arasında meydana gelen çekişmede, tamamıyla farklı epistemolojilerin tarafların kendi tutumlarının belirleyicisi olduğuna ve dolayısıyla belli kabullerle yola çıktıklarına dair bir varsayım var görünmektedir. Sonuç olarak, tartışmaya karar verebilmek için dilemmanın sınırlarının dışından olumlu bir desteğe ihtiyaç gerekli görünmektedir. Akıl merkezlilik-tanrı merkezlilik ikilemi, İslam teolojik-etik geleneğinde sırasıyla Mu'tezile ve Eş'arî kelam ekolleri tarafından benimsenen bakış açılarıyla paralellik arz etmektedir. Her bir ekol kendi uzmanlık ilgileri nedeniyle kısmen farklı bir epistemoloji kullanmaktadır. Māturīdī, hem tanrı merkezli hem de akıl merkezli tutumların boyutlarını birleştiren sofistike bir orta yol sergiler. Onun teolojik-etiği, tanrıyı ahlakın nihai kaynağı olarak sunar, ancak bir bütün olarak alemin tanzim edilmiş olması ve insanın ahlaki değerleri idrak etmesinin temel vasıtası olması temelinde akla referansta bulunur. Māturīdī'nin sofistike bir metaetiği oluşturmasında tecrübeye dayalı ve akli unsurları bir araya getirişine Jacques Derrida'nın epistemolojik çalışmasının olumlu bir destek sağladığını fark ettim. Bu ise yaratılışın, tanrının mutlak hakimiyetinin göstergesi olmaya devam ederken nasıl vahiyden bağımsız olarak objektif ahlaki bir değer kazandığını açıklamaya yardımcı olmaktadır.
The Euthyprho Dilemma highlights the perplexing situation that confronts theists who believe in a God in possession of moral significance, as it asks where the origin of this significance lies. Plato's eponymous dialogue discusses apparent problems with the theocentric claim that God is the source of morality and seems to present a search for a rationally integral definition of piety. However, the dialogue is generally acknowledged to neither successfully establish the grounds for such a definition nor conclusively refute the theocentric claim. In the ensuing debate between ratiocentric and theocentric positions, there appears to be an assumption of radically different epistemologies that are determinant of the respective positions, which hence assume what they set out to prove. As a result, the need for positive support from outside the confines of the dilemma appears to be required in order to decide the debate. The ratiocentric-theocentric dichotomy is paralleled in the Islamic tradition of theological ethics (theological-ethics), with the respective stances held by the Mu'tazilī and Ash‛arī schools of kalām. Each school utilizes a different epistemology, in part due to their professional concerns. Al-Māturīdī represents a sophisticated middle position that combines aspects of both the theocentric and ratiocentric stances. His theological-ethics presents God as the ultimate source of morality, but refers to reason as the basis upon which creation as a whole is ordered and as the ultimate means by which human beings come to comprehend moral values. I find that the epistemological work of Jacques Derrida offers positive support for al-Māturīdī's juxtaposition of empirical and rational elements in the creation of a sophisticated metaethics. It helps explain how creation acquires objective moral significance independently of revelation, while remaining indicative of God's total sovereignty.